Manevi Sosyal Hizmetler İle İlgili Makaleler

 

 

Mesnevideki Bedensel Engelli Birey Örneklerinin Yer Aldığı Hikayelerin Engellilerin Sorunlarıyla Başetmesindeki Rolü [1]

Yrd. Doç. Dr. Naci KULA [2]

 

 

ÖZET

Bu çalışmada Mesnevide yer alan bedensel engelli birey örneği kullanılarak anlatılan hikayeler incelenmiştir. Bu hikayelerin engellilerin olumsuz beden imgesi ve benlik kavramı, sosyalleşme sorunu gibi bazı sorunlarıyla başetmedeki rolü üzerinde durulmuştur. Mesnevide yer alan kör, sağır, çok uzun ve çok kısa boyluluk gibi bazı bedensel engellilik örneklerinin kullanıldığı hikayelerin engellilerin psiko-sosyal sorunlarıyla başetmesinde olumlu benlik kavramı oluşturmada, sınırlılıklarını aşmada, engelliliği kabullenmedeki etkileri ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu hikayelerde işlenen konular çerçevesinde engelliye yönelik toplumsal sorumluluk, engellinin azmi,  isteği ve eğitimi  ile sınırlıklarını aşma becerisi, olduğu gibi kendini görme ve değerlendirme, fiziki görünümden ziyade kişilik gibi özelliklerin engellilerin sorunlarını aşmaya katkı sağlayacak hususlar olduğu vurgulanmıştır..

 

Abstract

                                                                      

THE ROLE OF MESNEVI TALES OF HANDICAPPED PERSONS IN COPING WITH THEIR PROBLEMS

This study analysed the tales of handicapped persons in Mesnevi with especially focusing on the roles of these tales in overcoming such problems of the handicapped people as the negative body image and identity concept, and socialisation difficulties. It is particularly investigated how the Mesnevi tales of blind, deaf, dwarf or disproportionately tall persons help those people to overcome their phycho-social problems and their limits, to form positive idenity concept, and to accept their situation. It is discussed that these tales help handicapped people to overcome their difficulties by portraying the virtue and importance of the factors such as the determination, will and education of the handicapped, the skill in overcoming the difficulties, evaluating himself/herself as in the condition he/she is, inner integrity rather than the physical appearance.

 

Giriş

Beklenmedik ve istenmedik bazı olaylar, yaşamın içinde var olan ve zaman zaman karşılaşılabilecek durumlardandır. Hastalık, kaza vb. bir nedenle bireyin günlük yaşamını alt üst edecek ve olumsuz yönde etkileyecek şekilde engellilik ile karşılaşması mümkün olan olaylardandır. Böylesi durumlar gerek engelli birey, gerekse ailesi ve yakınları için son derece üzüntü, kaygı ve stres oluşturucu bir özelliğe de sahiptir.Stresli  durum karşısında belli bir zaman çaresizlik, ne yapacağını bilememe, kızgınlık , öfke gibi farklı duygular yaşanmakla birlikte sorunu çözecek arayışlar ve gayretler de söz konusu olabilmektedir.

Tıbbi çareler ve tedavi yollarına başvurma, sosyal ve moral destek gibi bazı imkanlar, yaşanılan zorluklarla baş etmede, sağlıklı yaşam biçimi oluşturmada gerçekleştirilebilecek davranışlardandır. Dolayısıyla yaşamda zorlanan bireyler, farklı referans noktalarından hareketle karşılaştıkları sıkıntı ve zorluklarda, hayatlarını kolaylaştıracak, sosyal uyumlarını sağlayacak şekilde birtakım metotlara başvurmaktadırlar.

Bu metotlar arasında yer alan özel tekniklerden birisi de hikayelerle psikoterapidir. Sorunu olan bireyin bilincinin ötesinde bulunan alternatif, muhtemel çözümleri oluşturma vb. katkıları olan hikayeler bu yönleri ile değerlendirilmektedir.[3] Bu nedenle bedensel engellilerin başta olumsuz beden imgesi ve benlik kavramı ile ilgili sorunları olmak üzere karşılaştıkları birtakım sorunları aşmada Mesnevide yer alan bedensel engelli bireylerin örnek olarak verildiği hikayelerin bu açıdan incelenmesi önem taşımaktadır.

Bu çalışmada Mevlana tarafından mesnevide kör, sağır, çirkin sesli (konuşma bozukluğuna örnek düşünülebilir) ve çok uzun ve çok kısa boylu olan birey örneklerinin kullanıldığı hikayelerin engellilerin olumlu beden imgesi ve benlik kavramı oluşturmasında, aşağılık duygusunu aşmasında, kendini tanımasında, geliştirmesinde ve sosyalleşmesindeki sorunlarını aşmadaki değeri ve önemi ele alınacaktır. Mesnevide engelli birey örneklerinin yer aldığı hikayeler, doğrudan engelli bireyin sorunlarını aşacak özellikler taşımakla birlikte aynı zamanda  birtakım ahlaki esasları ortaya koyucu özelliklere de sahiptir.. Çalışmamızda bedensel engelli örneklerin kullanıldığı hikayeleri seçmemizin en önemli nedeni hikayelerde engelli bireylerin sorunlarını aşmada katkı sağlayacak olan mesajların engellilik örneği ile ilişkili olarak yer almasıdır. Dolayısıyla mesnevide yer alan diğer hikayelere nazaran engelli bireylerin örneklenerek anlatıldığı hikayelerin engellilerin daha çok dikkatini çekeceği düşünülmüştür. Zira her insan  önemsediği, ihtiyacı olan veya kendisini ilgilendiren  olay ve durumlara algıda seçicilik özelliği çerçevesinde diğer olay  ya da durumlara göre daha özen gösterir.[4]

1.Engellilik ve Engelli Bireyde Oluşan Olumsuz Beden İmgesi ve Benlik Kavramı

Engellilik, doğuştan ya da sonradan olma herhangi bir hastalık veya kaza nedeniyle kişinin bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal fonksiyonlarında belirli bir oranda sürekli azalma ve kayıplara neden olan, organ yokluğu veya bozukluğu sonucu normal yaşama gereklerine uyum sağlama ve günlük ihtiyaçlarını karşılamada güçlük olarak tanımlanmaktadır. Bu düzeyde özürlü olan kişiye “özürlü-engelli” adı verilmektedir[5]

Engelli bireyler sahip oldukları engel durumuna göre farklı şekillerde gruplandırılmışlardır. Ancak herkes tarafından kabul edilebilecek bir sınıflama bulunmamakla birlikte[6] genelde kolaylık ve tanıma açısından özel eğitim gerektiren bireyler bedensel, zihinsel ve uyum özellikleri ile birlikte birden fazla özürlü olanlar olmak üzere dört kategoriye ayrılmaktadır.[7]

Engelli olan bireyleri dikkate alarak bedensel ve zihinsel engelliler hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.

Bedensel engelliler içerisinde yer alan görme engelliler, çeşitli sebepler sonucu görme duyusunu kısmen veya tamamen yitiren kimselere denir. Bütün düzeltmelere rağmen iki gözün görmesi 1/10 ile 3/10 arasında olan ve özel birtakım araç ve yöntemler kullanmadan eğitim öğretim çalışmalarında görme gücünden yararlanması mümkün olmayanlar az gören; bütün düzeltmelere rağmen iki gözle görmesi 1/10’dan aşağı olan ve eğitim öğretim çalışmalarında görme gücünden yararlanma imkanı olmayanlar körleri oluşturmaktadır.[8]

Görme yetersizliğinden etkilenme durumu birtakım sınırlılıklara yol açabilmektedir. Görme yetersizliğinden etkilenen kişinin sosyal, kişilik gelişimi ve eğitimden yararlanma özellikleri olumsuz bir şekilde etkilenmektedir.[9] fakat uzmanların çoğu görme yetersizliğinin dili kullanma ve anlama yeteneğini değiştirmediğine inanmaktadır. Bu inançlarını söze dayalı zeka testlerinde görme yetersizliği olanların görenlerden farklılık göstermemiş olmalarıyla desteklemektedirler. Bununla birlikte kavramsal gelişimde veya bilişsel yeteneklerde görme engelli çocukların görenlerin gerisinde oldukları gözlenmektedir. Özellikle de soyut düşünmeyi gerektiren becerilerde daha başarısız olmaktadırlar.[10]

Görme gücünden yoksunluğun aşağılık duygusu, güvensizlik, kaygı, gerginlik, korku, gözetlenme duygusu gibi kendine özgü bazı kişilik ve uyum sorunları yarattığı ileri sürülmekle birlikte, görme engellilerin biyolojik, psiko-sosyal gereksinimleri görenlerden farklı değildir. Bu nedenle  eğitim ortamının görme engelli çocukların özelliklerine uygun hazırlanması gerekmektedir.

Çeşitli sebepler sonucu işitme duyusunu kısmen veya tamamen yitiren kimselere işitme engelli denir. İşitme engelliler işitme kaybına göre Milli Eğitim Bakanlığı Özel Okullar Yönetmeliğinin 6. Maddesinde sağır ve ağır işitenler diye gruplandırılmaktadır. Bütün düzeltmelere rağmen işitme kaybı 70 db’den fazla olan ve eğitim öğretim çalışmalarında işitme gücünden yararlanamayanlara sağır; işitme kaybı 25-70 db arasında olan ve yardımcı araçlarla eğitim-öğretim çalışmalarından yararlanabilen kimselere de ağır işiten denir.[11]

2-6 yaş arasında işitmesini kaybedenler en azından sesi tanırlar ve çıkartabilirler. Çünkü 2 yaşından çok daha sonra sağır olan çocuklarda dil ve kelime hazinesi oldukça gelişmiştir. İşitme kaybı arttıkça çocuğun konuşma ve dil gelişimine etkisi de artar. Çünkü dilin gelişimi işitmeyle mümkündür.

İşitme engeli bireyi değişik yönlerden olumsuz olarak etkilemektedir. İletişim ve doğal konuşma en belirgin etkisi olmaktadır. Bu yüzden işitme engellilerin eğitimlerinde iletişim becerileri kazandırmak önemlidir. İşitme eğitimi dudaktan anlama, konuşma ve işaret eğitimi bunlardan bazılarıdır.[12]

Konuşma özürüyle ilgili çok değişik tanımlamalar bulunmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının konuya ilişkin yönetmeliğinde konuşma özrü “konuşmanın akışında, ritminde, titizliğinde, vurgularında, ses birimlerinin çıkarılışında, eklemlenişinde, artikulasyonunda, anlamında bozukluğu bulunana konuşma özürlü denir” şeklinde tanımlanmaktadır.[13]

Konuşma özrü çok hafiften ağıra gidecek biçimde dereceli olarak görülebilir. Konuşmanın kendisi bireyin yaşamında en çok kullanılan bir araç olduğu için bunun özürlü olması da bireyi en çok olumsuz yönde etki altında bırakan bir özür olarak karşımıza çıkmaktadır.[14]

Ortopedik engelli, bütün düzeltmelere rağmen iskelet sistemi, kas sistemi, kas ve eklemlerdeki özürlerinden dolayı normal eğitim-öğretim çalışmalarından yeteri kadar yararlanamayan olarak tanımlanmaktadır.[15]

Ortopedik özürlü çocuklar görünümleriyle yetersizlikleri sebebiyle genellikle aşağılık duygusuna sahip olabilirler, yaşamaktan haz duymayabilirler. Bu çocuklara hayatın yaşanılır olduğunu, kendini ve başkalarını sevmeyi öğretmek gerekir.[16]

Sürekli hastalığı olanlar da Milli Eğitim Bakanlığının ilgili yönetmeliğinde sürekli bakım ve tedavi gerektiren hastalıklar sebebiyle eğitim-öğretim çalışmalarından yeteri kadar yararlanamayanlar olarak tanımlanmaktadır.[17]

Zihinsel açıdan engeli bulunan geri zekalı çocukların herkes tarafından kabul edilen bir tanımı yoktur. Ancak günümüzde geri zekalı çocuklar genellikle “gelişim süreci içerisinde genel zihinsel işlevlerinde normallerden önemli derecede geridir, bunun yanında uyumsal davranışlarda yetersizlik gösterme durumu olarak” tanımlanmaktadır.[18]

Geri zekalı çocuklar psikolojik ve eğitsel yaklaşımlara göre sınıflandırılmaktadır. Ülkemizde zeka özürlü çocuklar Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Özel Okullar Yönetmeliğine göre klinik bakıma muhtaç (0-25 zeka bölümü olan), öğretilebilir (25-44 zeka bölümü olan), eğitilebilir (45-75 zeka bölümü olan) şeklinde sınıflandırılmıştır.[19]

Zeka özürlü çocuklar geç ve güç öğrenirler, dikkatleri dağınıktır, kısa süreli belleklerinde problemleri vardır, akademik başarıları normallerden geridir, kişilik ve sosyal özelliklerde sıklıkla tipik bazı problemler gösterirler, dil ve konuşma bozuklukları yaygındır, beden ve devim özellikleri normallere oldukça benzerlik göstermektedir. Zeka özürü olan çocukların eğitimlerinin temel amacı bağımsız yaşama becerilerini kapasiteleri ölçüsünde geliştirmek olmalıdır. Buna yönelik eğitimleri de normal ve özel sınıflarda eğitimleri sağlanmaktadır.[20]

Farklı engellilik durumuna sahip olan bireyler içerisinde engelli birey için özellikle fiziksel yönde organ yoksunluğu veya bozukluğu söz konusu ise, beden imajı son derece önem kazanır. Çünkü fiziki görünüm ve insanlarla iletişimde etkili bir rolü bulunan beden dili, bedenin yaşamımızdaki anlamını ortaya koymada önemli bir yere sahiptir.Özellikle ergenlik dönemindeki değişim ve gelişmelerle en yoğun bir şekilde önem kazanan fiziki yapı aslında günlük yaşamda özellikle de başkalarıyla olan ilişkilerimizde de göz ardı edemediğimiz yönümüzdür.Zira sosyal ilişkilerimizde.başkalarının fiziki yapımızla veya görünümümüzle ilgili söylediklerine, değerlendirmelerine özel ilgi duyar,onların bizi beğenip beğenmemesi son derece önemlidir.Olumlu değerlendirmeler bizi mutlu ederken tersi durumlar bizi üzer ve kendimizden, bedenimizden utanç duyarız..  Aynı şekilde günlük yaşamda başkaları ile olan iletişimizde beden dilini kullanırız, onlara beden dilimizle birtakım mesajlar verir ve bu mesajlarla ilişki biçimimizi belirleriz. Ayrıca sokağa çıkarken başkaları ile birlikte olurken bedenimizle ilgilenir, nasıl göründüğümüze dikkat ederiz. Bedenimizle ilgili bu yönler, beden imajımız açısından da önemlidir.

Beden imgesi, kişinin kendi bedeninin zihnindeki resmi, yani bedenini algılayış şeklidir.Beden imgesi şekilsel bir algıdan ibaret olmayıp aynı zamanda bedenin diğer insanlar tarafından nasıl algılandığı, gücünün fiziksel kapasitesi ve dayanıklılığının ne olduğu gibi boyutları da ihtiva eder.[21] Dolayısıyla bireyin kendisini çevreleyen dış dünyayla olan ilişkileri sonunda elde ettiği deneyimlere bağlı olarak oluşturduğu öz vücut imgesi çocukluktan beri kişinin biriktirdiği iç ve dış algıların birleşimi ile oluşur.[22] İnsanın vücuduyla ilişkisinin temel biçimi yorgunluğunu, acısını veya ağrısını hissettiği, rehavet veya gevşeme duyduğu vücuduyla yani onu içten algıladığı ve kavradığı yaşayan bir gerçeklik olarak vücuduyla olan ilişkisidir.İkinci biçimi, dıştan kavranan vücutla ilişkidir ve bu ilişki, kültürel-sosyal niteliklidir.Burada vücut, diğerinin bakışına sunulan ve diğeri tarafından takdir edilen; duruma göre kişiler arası iletişimde köprü veya engel rolü oynayan, bireyi sergileyen veya gizleyen karmaşık bir “şey” dir. Gittikçe daha genel bir nitelik kazanan bu anlayışta çekici, cezbedici diğeri tarafından beğenilen bir vücuda sahip olmak veya vücudunu diğerlerinin dikkatini çekecek veya diğerleri üstünde bir güç elde etmeyi sağlayacak ahenkli bir biçime sokmak önem kazanmaktadır[23]

Bireyin yaşamında bu derece önem kazanan beden imgesi ,toplumsal ve çevresel deneyimleri sonucu bir bireyin kendi hakkındaki algıları, inançları ve duyguları olarak tanımlanabilecek benlik kavramının da en önemli unsurlarından birini oluşturur[24]  Bu nedenle benlik kavramı, kişinin kendisi, vasıfları ve özellikleri hakkında sahip olduğu genel fikir olarak tanımlanabilir.[25] Engelli birey de kendisi ve özür durumu ile ilgili birtakım tanımlamalar yaparak benlik kavramını oluşturacaktır.Bundan dolayı engelli olan bir kişinin olumsuz benlik kavramı oluşturma açısından özür durumunu algılayış biçimi de üzerinde durulması gereken bir diğer husustur.Nitekim yapılan bazı araştırmalar özürlü çocukların benlik kavramlarının özürden olumsuz yönde etkilendiği doğrultusunda bulgular ihtiva etmektedir.[26] Engelli olan kişi, kendisinin çevresindeki sağlam kişilere göre olumsuz bir ayrıcalık gösterdiğini hemen her fırsatta ortaya koyabilir.Görme gücünden yoksun olan kişi ötekilerin, çevrede olup bitenleri algılamakta, kişisel ihtiyaçlarını gidermekte, dilediklerini yapabilmekte kendine göre ne kadar üstün olduklarını düşünür. Ortopedik engelli sağlamlara göre kişisel ihtiyaçlarını giderebilmekte ne kadar yetersiz kaldığının farkındadır.Böylece özürlerin varlığı kişinin kendini öteki insanlardan eksik ve yetersiz kaldığını anlatır. Elbetteki engellinin bu yaklaşımları bedeninden, görünümünden memnun olmaması, utanç duymasıyla da yakın bir ilişkisi vardır. Engelli bireyin olumsuz benlik kavramı oluşturmasında kendini algılayış biçiminde çevresindekilerin onunla ilgili değerlendirmeleri ve ilişki biçimi son derece etkilidir. Bu nedenle engelli birey üzerinde olumlu ya da olumsuz etki yapan en önemli etmen, başta aile olmak üzere toplumsal çevrenin engelliye karşı takındığı tutum ve davranışlardır.[27]  Her ne kadar toplumlarda engellilere yönelik birtakım olumlu tutumlar varsa da, üzülerek belirtmek gerekir ki,  basmakalıp, önyargılı ve red edici nitelikleri içeren kanı, inanç ve duygularla yoğunlaşmış  tutumların varlığı devam etmektedir. Son otuz yılda yapılan çalışmalarda engellilere yönelik olumsuz tutumların varlığı belgelenmiştir.[28]

2. Engelli Bireyin  Sosyalleşme Sorunu

İnsan sosyal bir varlıktır. Başta ailesi olmak üzere çevresindeki insanlarla birlikte hayatını sürdürmek durumundadır. Bu durum aynı zamanda bireyin sosyalleşmesini de gerekli kılar.Zira sosyalleşme, çocuk veya yetişkin bir kişinin içinde bulunduğu veya yer alacağı sosyal yaşamın asgari gereklerine uygun bir hale gelmesini sağlayan öğrenme ve uyum süreçlerinin bütünüdür. Sosyalleşme kısaca topluma entegrasyonu ifade eder[29]. Bireyin topluma entegre olabilmesi veya sosyalleşebilmesi için de  birtakım rolleri öğrenmesi, benimsemesi ve ona göre davranmak zorunluluğu vardır. Böylece rol sosyal sistemin birimleri olması ve ferdin bu konumlar içindeki yükümlülükleri sebebiyle de "toplumsal durum içinde bireyin etkileşimlerini” belirleyen kültürün yarattığı amaçlara yönelmiş, davranış kalıpları bütünü olarak tanımlanır. [30]

Rollerin algılanışı yaşı, grupları ve kişisel durumlara göre değişir. Bu çerçevede sosyal bakımdan kabul edilebilir bedensel özelliklere sahip olan kişilere sosyal bakımdan kabul edilebilir, beden yapısına sahip olmayan kişilerden farklı davranılır. Kişiye farklı davranıldığında kendisini algılaması değişir.[31] Diğerlerinin gördüğü gibi bir kişi olmaktan kaçınması güçtür. Kişinin davranışları bir bakıma diğer kişilerin kendisini nasıl gördükleriyle oluşur. Bu hususlar ışığında yetersizlikten etkilenen bireylerin de kendilerini algılama ve toplumdaki statülerini belirlemede toplumsal rol ve beklentilerin, değerlendirilme biçimlerinin önemli bir yeri vardır. Kişilerin nasıl davranacağını ve onların neler yapacağını bedensel özelliklerden daha çok toplumsal ve toplumun beklentileri belirler.

Genelde toplumda yetersizlikten etkilenenlere verilen roller ve beklentiler sınırlandırılmıştır. Onlar önyargılı basmakalıp davranışlarla karşı karşıya kalırlar Üniversite ve Lise öğrencileri üzerinde yaptığımız bir araştırmada şu tutum cümlesine verilen cevap engelli bireylere toplumda biçilen rol açısından önemli bir gösterge olarak sayılabilir.” Engelli bireyler de diğer insanlar gibidir” tutum cümlesine 202 öğrenciden % 58’i hayır, % 38’i evet, % 14 ‘ü de kararsız olduğunu belirtmiştir.[32]

Bundan dolayı engelli bireyler topluma uyum sağlama, sosyalleşme açısından birtakım zorluklarla karşılaşırlar. Çocukluk yıllarında görme engelli olan Gültekin Yazgan, hukuk fakültesini okumak için İstanbul’a gittiğinde kalmak için devlet yurdunda yer ayırtmak üzere yurda giden babasına, yurt müdürü tarafından yurdun birkaç kat olduğu ve kendisinin merdivenlerden düşeceği söylenerek sorumluluk alamayacağını belirttiğini dolayısıyla yurda alınmadığını otobiyoğrafisinde anlatarak yaşadığı zorluğa dikkat çekmiştir.[33]

Toplumda çalışma imkanları ve şartlarının belirlenmesi ve kendilerine biçilen roller göz önüne alındığında engelli bireylere genelde önyargılı davranıldığı görülmektedir. Yaptığımız bir araştırmada namaz kılmak için camiye gelen görme engellilerden bir kısmı camiye niçin geldiklerine bakılmaksızın toplumda kendilerine biçilen dilenci rolüne sokulmuş ve bu düşünce içinde çerçevesinde davranılarak kendilerine para verilmek istenmiştir. Bu durumla karşılaşan engelliler kendilerine yapılan bu davranıştan da rahatsızlık duyduklarını ve toplumda engellinin yeterince tanınmadığını belirtmişlerdir[34].Böylece bedensel yetersizlikten etkilenme kişilere yüklenen sosyal özrün düzeyini, derecesini ve kapsamını anlayarak yetersizlikten etkilenen kişinin psikolojisini anlamak da mümkündür. Zira kişinin kendisini algılamasını, kendisini diğerleriyle karşılaştırma ve başkalarının kendisinden beklentileri etkiler.[35]

Toplumda önyargılı ve olumsuz davranışlarla karşılaşacağını düşünen engelli birey topluma çıkmaktan korkar ve kendisini yetersiz, değersiz, ve çevresine yük olan birisi olarak görebilir. Nitekim bu durum, bir engelli çocuk annesi tarafından şu ifadelerle dile getirilmiştir. Çocuğu mongol olan anne; …”Devamlı evde oturmaya mahkumdurlar.Belki de ailesi hala kabul etmeyenler, sokağa çıkamayanlar, topluma karışamayanlar, kısaca ailesi için utanç simgesi olanlar da vardı…”[36]

 

3.Engelli Bireyin Karşılaştığı Sorunlarla Başa Çıkma Çabası ve Hikaye Yöntemi

İnsanoğlu hayatını sürdürürken bir düzen ve devamlılık ihtiyacı içindedir. Sahip olduğu imkanların ve şartların artarak devam etmesi ve mevcut kurulu düzenin bozulmamasını arzular. Bu nedenle bireyin yaşadığı kaza, hastalık, işlerin ters gitmesi, sakatlık gibi bazı olaylar ve durumlar, yaşantısındaki düzen ve devamlılığı tehdit eden olaylar olarak algılanır.[37] Eğer bu olaylar, denetlenebilirliği, tahmin edilebilirliği düşük ve bireyin yetenek ve benlik kavramının sınırlarına meydan okuma ölçüsü yüksekse stres yaratıcı nitelik kazanır ve yaşamını tehdit eder hale gelir.[38] Yaşadığımız olaylar içinde sevilen birinin ölümü, işten atılma ya da ağır bir hastalık, sakatlık gibi denetlenmesi kontrol edilebilmesi çok zor olaylar yaşanıyorsa aynı şekilde deprem, yanardağ patlaması gibi tahmin edilebilirlik oranı çok zayıf olaylar meydana geliyorsa bu olayları yaşayan bireyler yoğun stres altında kalır. Biran kendini aşırı baskı altında hisseder ve az ya da çok bir gerginlik yaşar. Aynı zamanda stresli duruma uyum sağlamak için de mücadele etmek durumunda kalır.[39]

Bireyin gerginlik hissetmesi ve yeni duruma uyum sağlaması için mücadele etmesini gerektiren stres hali içerisinde insan, önce ön değerlendirme diye adlandırılan “yaşadığım bu olay veya durum bana ne ifade ediyor, beni tehdit eden yönü var mıdır?” sorularının sorulup cevaplandırıldığı aşamayı gerçekleştirir. Eğer stres oluşturan olay veya durum birey tarafından bir tehdit olarak algılanmıyorsa bu aşamada birey, “Bu durumda ben ne yapabilirim, yaşadığım bu stresli durum ya da olayla nasıl mücadele edebilirim?” diye kendini sorgulayarak bu soruların cevaplarını bulmaya çalışır. Böylece stresli olayı ya da durumla ilgili ikinci değerlendirme sürecini yaşar.[40] Bu aşamada insanın stresli durumdan ve olaydan kurtulmak için gösterdiği çabalar stresli durumla başa çıkma gayretleridir.[41]       

Yaşanan stresli bir durum veya olayla başa çıkmada birey ya ayrı bir şekilde veya birlikte kullanabileceği iki yolu deneyebilir. Kişi kendisinde stresli durum oluşturan olay yada durumu değiştirmeye çalışır. Bu çabaya “probleme dayalı başa çıkma” denir. Kişi stres yaratan durumla ya da olayla ilgili duygularını mevcut stresli durum değiştirilemeyecek nitelikte olsa bile hafifletmek için uğraşır ve kendini değiştirmeye çalışır. Buna da “duygu odaklı başa çıkma” denir.[42]

Probleme dayalı başa çıkma yönteminde birey, öncelikle problemi tanımlar, probleme alternatif çözümler üretir, ürettiği çözümleri değerlendirerek en uygun çözümü veya çözümleri uygulamaya başlar. Duygu odaklı başa çıkmada ise, kişi bastırma, yansıtma, mantığa bürünme vb. savunma mekanizmalarını kullanarak gerçeği olduğundan farklı algılamaya çalışır. Aynı zamanda yaşadığı sorunu zihninden atmak için fiziksel egzersizler yapmayı, öfkeyi dışa vurmayı, dostlarından destek aramayı ihtiva eden bazı davranışa yönelik çabaları gerçekleştirir.[43] Stresli olay ya da duruma uyum sağlama çabası içerisinde bireylerin mevcut stresli durum ya da olayla baş edebilmede kullanabilecekleri bir başka yol da hikayelerle terapi yöntemidir.

Hikayeler, peri masalları, mitoslar, kıssadan hisseler, meseller, sanat eserleri, şiirler fıkralar vb. sanat için sanat değerleri dışında halk pedagojisi ve terapisinin araçlarıdır. Psikoterapinin gelişmesinden çok önce insanlar bu araçları kullanarak kendilerine yardımcı olmuşlardır.[44] Zira çoğu hikaye, gerçeğe dayanan kısa öyküler, alegoriler ve atasözleri, entelektüel ve duygusal bir bakış açısı değişimi edinmeye yardımcı olurlar. Yalnızca mantıksal düşünceyi değil, aynı zamanda sezgi ve yaratıcılığı uyaran imge yüklü anlatımları sayesinde bu değişimi gerçekleştirirler. Buna ilaveten hikayeler, dinleyenin kendisini sözü edilen kahramanla özdeşleştirerek, hayalinde yeni çözümler denemesini sağlayan örnekler olarak hizmet ederler.  Böylece çocuk yetiştirme, kendi kendine yardım ve “halk” terapisinde, hikayeler her zaman önemli yer tutmuştur.[45]

3.Olumlu Benlik Kavramı Oluşturmada Bakış Açısının Değişimini Sağlayıcı Kör Bir Dilenciye Saldıran Köpek Hikayesi

Benlik, en genel anlamıyla kişinin kendini başka herkesten ve her şeyden ayrı, eşsiz bir bütünlük olarak hissetmesi ve bunun bilincinde olmasıdır.[46] İnsanın kendini tanıma ve değerlendirme biçimi, kişiliği ile ilgili kanılarının toplamı olan benlik kişinin özü ve öznel yanıdır.[47]

Farklı şekillerde tanımlanmaya çalışılan[48] ve kişiliğin öznel yanı olan benlik, esasını kişinin kendi hakkındaki olumlu ve olumsuz yaşantılarından alır.[49]

Benlik kavramının gelişimi, önceleri çocuğun kendini anlaması tarzında değil de çevresini algılamasıyla başlar.[50] Başlangıçta çocuk kendi varlığının bilincinde değildir. “Ben” ile “Ben olmayan”, başka bir deyişle kendisiyle ilgili olanla, olmayanı ayırmaz, Çocuğun kendi benliğinde olanla olmayanı ayırabilmesi üç yaşından sonra başlar[51] ve başından geçen sayısız olayla, çevresindeki kişilerin etkisiyle yavaş yavaş oluşur. Önce ev, sonra mahalle, daha sonra okul ve başka çevrelerle ilişkiler kurarak bireyin benliği, gittikçe genişleyen halkalar halinde gelişmeye devam eder. Çocukluktan başlayarak bütün yaşamı boyunca bireylerin çevresinde bulunan kişilerle kurduğu ilişkiler, iletişim ve etkileşim bir yandan bireylerin toplumsallaşmasını diğer yandan da kendi benliğini tanımasını ve oluşturmasını sağlar.[52]

Bu itibarla engelli birey de çevresindeki bireylerle kurduğu ilişki ve etkileşim sonucu benlik kavramını oluşturacaktır. Başkalarının kendisi ile ilgili değerlendirmeleri, davranışları engelli bireyin kendini değerli ya da değersiz olarak tanımlamasına neden olabilecektir. Gelişim evreleri içerisinde önemli bir yere sahip olan çocukluk ve ergenlik döneminde ise ailenin, arkadaş grubu ve diğer bireylerin tutum ve davranışları son derece etkilidir. Çünkü çocukluk döneminde aile ve yetişkinler çocuğun dünyasında etkilendiği, model aldığı kimselerdir. Ergenlik döneminde de gencin yetişkinlik rolünü oluşturmada ve kendini tanımlamada çevresindekilerin değerlendirmeleri, yaklaşımları etkili olacaktır. Bu nedenle çocuk ya da ergen bedensel bir özre sahipse başkalarının değerlendirmeleri onlar için çok daha önemlidir. Çünkü bedensel özürlü olması sebebiyle bedenindeki farklılık, başkalarının onu nasıl gördüğü ve değerlendirdiğine daha çok dikkat etmesine yol açar.[53] Çevresindekilerin özürlü çocuk ya da genci özrü sebebiyle yetersiz görmesi, çaresiz, zavallı bir birey olarak değerlendirmesi özürlü bireyin kendisinden utanç duymasına sebep olur ve bütün dikkatini vücudundaki kusurlara odaklandırmasına neden olur[54]. Bu durumu özürlü bir gencin yaşadıklarını ve hissettiklerini dile getirdiği şu sözlerinde görmek mümkündür.

“Doğuştan spastiktim. Anne babam bu duruma üzülüyordu. Ne yapacaklarını da tam bilmiyorlardı. İhtiyaçlarımı karşılamada daha çok annem yardımcı olmaktaydı. Çocukken çok fazla bir şey anlayamıyordum. Ancak yaşım ilerledikçe sağlam çocukları gördükçe kendimden nefret ediyor, içimde isyan duyguları uyanıyor, bir şey yapamamanın verdiği sıkıntıyı yaşıyordum. Gençlik döneminde dışarıya çıkıp diğer gençler gibi gezip, dolaşmak, arkadaşlarımın olmasını isterdim ve aynanın önüne geçip kendime bakmaya cesaret edemezdim. Halbuki birkaç arkadaşımdan biri olan Ahmet’in giyim kuşamı, saçlarını düzgün bir şekilde tarayarak atletik bir vücudunun olmasından dolayı basket oynaması beni ona imrenmeme sebep oluyordu. Neden ben böyleydim. Neden vücudum diğerleri gibi değildi... Bu düşünceler çoğu zaman zihnimde hızla akıp giden düşüncelerden bazısı idi.[55]

Özürlü bireyin topluma uyum sağlamasında katkı sağlayacak ve özür durumunu kolaylıkla kabul edip sosyalleşmesi ve kendini gerçekleştirmesine daha olumlu beden imgesi geliştirmesine katkı sağlayabilecek davranışlar da özürlü bireyi ve ailesini olumlu yönde etkileyecek, çevrenin yaklaşımlarıdır.[56]

Bundan dolayı özürlü bireyin olumlu beden imgesi ve benlik kavramı oluşturmasına katkı sağlayacak şekilde çevresindeki bireylerin yaklaşımlarını nasıl değerlendirmesi gerektiğini mesnevideki Kör bir dilenciye saldıran köpek hikayesinde görmek mümkündür.

“Bir Köpek köyde kör bir dilenciyi gördü, üstüne saldırdı, hırkasını yırttı. Kör, köpeğe dedi ki; “Şu anda senin arkadaşların, dağda av peşinde koşmadalar. Senin cinsinden olanlar, dağda yabani eşek tutmada, sense köyde kör bir adamı yakalamadasın..” [57]

Mesnevideki bu hikayede toplumda bireyin, esas görev ve sorumluluklarını bırakıp kendisini ilgilendirmeyen ya da ilgilendirmemesi gereken şeylerle meşgul olmasının gereksizliği hatırlatılarak temel görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinin gerektiği üzerinde durulmuş ve bunun varlıklar arasındaki ilişkiyi daha anlamlı ve olumlu yönde kılacağı vurgulanmıştır. Engelli birey açısından ise bu hikaye toplumda engelliye karşı bazı insanların yapmaları gerekenleri, asli görev ve sorumluluklarını unutup onun yerine engellinin fiziksel görünüşü, özür durumuyla ilgilenip gereksiz, olumsuz tutum ve davranışlar sergilediğinin farkına varılmasını sağlayıcı niteliktedir.

Bu nedenle  bu hikaye ele aldığı konu itibarıyla hikayelerin psikoterapik işlevlerinden “ Bakış Açısının Değişimi” işlevini ortaya koymaktadır. Zira hikayelerin çoğu yalın tanımlamanın ötesine geçer ve görsel yanılsamalarımızda yaşadığımıza benzer tersine çevrilmiş bir deneyimi ihtiva eder. Okuyan veya dinleyenler, fazla bir çabaya gerek kalmadan kendilerine de şaşırtıcı gelen “Gördün mü” şeklinde tepkilere neden olan olaya ilişkin bir bakış değişikliği kazanırlar.[58]

Mesnevideki kör dilenciye saldıran bir köpek hikayesiyle  engelli bireyin olayları değerlendirme  tarzında bakış açısını değiştirme  imkanı mevcuttur. Zira toplumda engelli bireye karşı olumsuz tutum ve davranışlarda genelde özür durumunun dikkate alındığı, bireyin özürlü oluşuna ya da yetersizliğine vurgu yapılarak olumsuz benlik kavramı oluşturmasına zemin hazırlandığı, bunun yerine çevresindekilerin engelliye karşı onun kendini ifade etmesini sağlayıcı, topluma uyumunu kolaylaştırıcı şekilde görev ve sorumluklarını yerine getirmelerinin esas olduğu üzerinde durulmalıdır.

İşte mesnevideki bu hikaye ile bu hususların anlatılmaya çalışıldığına dikkat çekilir. Bu hikayenin öğretici- eğitici nitelikteki bu mesajı[59] çerçevesinde engelli bireyde de çevresindeki bireylerin farkına varmadan yaptıkları olumsuz benlik kavramı oluşturucu tutum ve davranışları karşısında onların kendisiyle ilgili esas görev ve sorumluluklarını yerine getirmeleri  gerektiğini düşünmesi, dikkate alması ve bunu hatırlatması  şeklinde bakış açısı değişimi gerçekleşmiş olabilir. Engelli bireyde oluşabilecek bu bakış açısı değişimi, kendisinde olumsuz benlik kavramı oluşturacak tutum ve davranışlardan en az etkilenmesine ve olumlu benlik kavramı oluşturmasına da yardımcı olabilecek bir bakış açısını sağlayabilir.

4. Sınırlılıkları, Engelleri Aşmada İstek, Azim, Eğitim, Dua gibi Bazı Davranışların Rolünü Ortaya Koyma Açısından Karşıt Düşünceler Oluşturucu Kur’an Okuyan Kör İhtiyar Hikayesi

Bireyin fizyolojik, anatomik, psikolojik özelliklerinde geçici ya da kalıcı türden bir kayıp ya da işleyiş bozukluğu sonucu oluşan yetersizlik durumu onun birtakım zorluklarla karşılaşmasına neden olur. Örneğin bacaklarının olmayışı yürümede zorluk oluşturur. Böylece yürüyememe, yürüyerek sonuçlandırılacak etkinliklerde yetersizlik halidir[60].

Aynı zamanda birey yetersizlik hali sebebiyle kendisinden beklenen yaş, cinsiyet sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak oynaması gereken rolleri de gereği gibi gerçekleştiremez hale gelir. Bir başka ifadeyle birey belli bir zamanda, belli durumda yapması istenilenleri yetersizlik-sakatlık yüzünden yapamazsa yetersizlik özür- engele dönüşür. [61]

İşitmesinden ötürü yetersiz-sakat duruma düşen yani işitemeyen, konuşamayan çocuk okulda, sosyal hayatta sözlü iletişime dayalı rolleri istendiği gibi yerine getiremez, yetersizliği-sakatlığı önüne engel olarak ya da çıkartılır. Özür-engel sosyal çevrenin bireyden istekleri, beklentileri sonucu ortaya çıktığı için özür-engel bireyin kendi problemi olmaktan çıkıp sosyal bir problem olmaktadır.[62] Bu nedenle bireyin sosyal uyumunu kolaylaştırıcı ve yetersizlik durumundan dolayı oluşabilecek olumsuz duygularla başa çıkmasını sağlayıcı şekilde engellinin durumunu kabullenmesi sağlanmalıdır. Kabullenme süreci engellinin karşılaştığı psiko- sosyal engelleri aşmasını ve yetersizlik halinin getirdiği sınırlılıkları istek, azim, ve eğitimle en aza indirmesini sağlar. Engellinin bu durumu kazanmasında ve bunun önemini kavramasında yardımcı olabilecek Kur’an okuyan kör ihtiyar hikayesi Mesnevideki hikayelerdendir.

Fakir bir şeyh, günlerden bir gün kör bir ihtiyarın evinde bir Mushaf gördü. Temmuz ayı idi. Şeyh ona misafir oldu. Böylece her iki zahid bir kaç gün beraber bulundular. Şeyh kendi kendine “Burada mushafın ne işi var; bu derviş kör?” dedi. Bu düşünce ile aklı karıştı. Burada bu kör dervişten başka kimse de yok” diyordu. Burada kör derviş yalnız bulunuyor Duvarda da Mushaf asılı duruyor. Ben, ev sahibine bunun sebebini soracak kadar sersem ve bunak değilim. Acaba sorsam mı? Hayır, susayım, sabredeyim de muradıma ereyim” Bu merak ve sıkıntı içinde birkaç gün sabretti, sonunda iş aydınlandı Çünkü sabır, ferah ve neşenin anahtarıdır.

Bir gece yarısı Kur’an sesi işitti ve uykudan sıçrayıp kalktı, şu şaşılacak hali gördü. Kör ev sahibi Kur’an-ı yanlışsızca okuyordu. Artık sabredemedi ve kör adamdan o hali sordu. “ Körlerin gözleri görmediği halde, nasıl olur da Kur’an-ı okuyorsun? Nasıl oluyor da satırları, harfleri görüyorsun? Hem de eğilmişsin, okuduğun satıra bakıyorsun; elini ayetlerin harfleri üzerine koyuyorsun? Okudukça parmağını yürütüyorsun, harflere bakıyorsun; herhalde onları görüyorsun?”

Kör adam misafir şeyhe dedi ki; “ Ey insan bedeninin ne büyük bir sanat eseri olduğunu bilmeyen kişi! Bu hali, Allah’ın yaratma gücü ve kudreti için çok mu görüyorsun da şaşırıyorsun? Ben Allah’a yalvardım da “ Ey kendinden yardım dilenen Rabbim! “ dedim” Bir kimse canına ne kadar düşkünse, ben de Kur’an okumaya öylesine düşkünüm. Hafız da değilim, okuyacağım zaman gözlerime kesintisiz bir nur ver. Rabbim Mushafı elime aldığım zaman gözlerimi bana ver de, ayetlerini apaçık, duraklamadan, yanlışsız okuyabileyim!” Allah’tan bana bir ses, bir nida geldi. “ Ey Kur’an aşığı Ey ibadet eden, iyi işler yapan, insanlara yararlı olan, ey her zahmette, her dertte bizden ümidini kesmeyen kulum... “Ne zaman Kur’an okumayı istersen, yahut dini kitapları okumayı dilersen, Ey üstün varlık, kitabı eline alınca onu rahat okuman için gözlerini, yani görme yeteğini sana vereceğim.” Dediği gibi de yaptı. Okumak için Kur’an-ı açtığım zaman...”[63]

Bu hikayede gözleri görmeyen bir kişinin Kur’an okumayı çok istemesine bağlı olarak Allah’a yalvarıp görme yeteneğini o an geri vermesini arzu etmesi ve isteğine kavuşması, engelli bireyin sınırlılıklarına rağmen istek, azim, çaba, eğitim, dua vb durumlarla sınırlarını belli ölçüde aşarak, kendini ifade edebilme gücünü elde edebileceğinin dolaylı bir şekilde anlatılması söz konusudur.

Genelde engelli birey, gerek çevresinin olumsuz tutum ve davranışları gerekse kendi yetersizliği sonucu oluşan zorluklar sebebiyle sahip olduğu sınırlılıkları aşacak gücü kendinde hissetmeyebilir. Özürlülük halini kendine engel görüp yapabileceği hatta herkesi hayrete düşürecek şekilde beklenenden öte davranabilme imkanını ortaya koyamayabilir. Bunun aksine sahip olduğu özür durumuna rağmen istek, azim ve eğitim sonucu herkesin gıpta edeceği başarıları gerçekleştiren engelli bireyler de mevcuttur.

Örneğin İrlanda edebiyat dünyasında önemli bir yer tutan aynı zamanda engellilik durumunu ve onun oluşturduğu zorlukları nasıl aştığını anlattığı “Sol Ayağım” kitabının yazarı Christy Brown sınırlılıklarını aşma gücünü gösterenlerden birisidir.[64] Aynı şekilde Gerald Metroz iki buçuk yaşında tren kazasıyla bacakları kopmasına rağmen on yaşındayken protez bacaklarla buz hokeyl kalecisi olmuş, daha sonra radyo programcılığı yapmış, tekerlekli sandalye ile basketbol ve tenis oyunlarına katılıp ödüller almıştır.[65] Ülkemizde de doğuştan görme engelli olan ressam Eşref Armağan[66]’ın hayat hikayesi sınırlılıklarını aşma gücü ve cesareti gösteren engelli birey örnekleri arasında zikredilebilecek olanlarıdır.

Mesnevide de Mevlana, bu hikaye ile görme yeteneğini kaybetmiş olan bir kişinin yapmak istediği Kur’an okuma davranışı için görme isteğini ortaya koymasını ve bunun için Allah’a yalvarmasını anlatarak, insanın sınırlıklarını aşma arzusunu dile getirmiştir. Ayrıca kör ihtiyarın Kur’an okuma isteği sebebiyle görme yeteneğini o an kendisine geri vermesini Allah’tan dilemesi, insanın yaşadığı zorlukları aşmada dini başa çıkma davranışlarından duaya başvurması da zorlukları, sınırlıkları aşmada insanın başa çıkma davranışı olarak dini de referans kaynağı olarak kullanabildiğini göstermektedir.

Zira birey, gerginlik hissettiği ve yeni duruma uyum sağlaması için mücadele etmesini gerektiren bir stres hali içerisinde ise, önce ön değerlendirme diye adlandırılan “yaşadığım bu olay veya durum bana ne ifade ediyor, beni tehdit eden yönü var mıdır?” sorularının sorulup cevaplandırıldığı aşamayı gerçekleştirir. Eğer stres oluşturan olay veya durum birey tarafından bir tehdit olarak algılanmıyorsa bu aşamada birey, “Bu durumda ben ne yapabilirim, yaşadığım bu stresli durum ya da olayla nasıl mücadele edebilirim?” diye kendini sorgulayarak bu soruların cevaplarını bulmaya çalışır. Böylece stresli olayı ya da durumla ilgili ikinci değerlendirme sürecini yaşar.[67]

Bu aşamada insanın stresli durumdan ve olaydan kurtulmak için gösterdiği çabalar stresli durumla başa çıkma gayretleridir.[68] Bu gayretler içerisinde dini nitelik taşıyan dua etme, ibadet etme vb. bazı davranışları da gerçekleştirerek sorunu aşmaya çalışır.[69] Çünkü stres anında yaşanan durum veya olayla baş edebilmek için insanların dine yönelmeleri, bilinçli bir yönelmedir.[70] Zira stresli bir durumda insanların anlama, davranışlarını kontrol etme ve kendilerine olan güven duygusu tehlike içine girmektedir. Bu nedenle insanlar sıkıntılı anlarında dine yönelmektedirler.[71] Din, insanların hayatına yeni bir anlam kazandırarak, karşılaşılan sıkıntıların insanları olgunlaştıracağı düşüncesini onlara aşılamaktadır. Çünkü Allah sıkıntılarla insanları denemekte ve onlara bir şeyler öğretmektedir.[72]

Aynı zamanda insanlar Allah'ın her zaman kendileri ile birlikte olduğunu düşünerek O'ndan sürekli destek almaktadırlar. Allah'ı devamlı kendisi ile birlikte düşünen insan daha az kaygı ve stres içinde olacak, beden ve ruh sağlığı açısından daha az şikayetçi olacaktır. Yapılan araştırmalar da bu görüşü desteklemektedir.[73]

Mesnevideki bu hikayede de kör ihtiyar, dini başa çıkma davranışlarından duaya başvurmuştur. Dua, her türlü problemin çözümünde kullanılan[74] aktif ve anlamlı bilişsel bir başa çıkma stratejisidir.[75] Dua, bireyin Allah'la ilişki kurma ve ondan yardım dileme halidir. İnsan dua ederek Allah'ın huzurunda olduğunu, onunla iletişim kurmaya hazırlandığının bilinci içerisinde bulunur. Dua eden bireye göre Allah her şeye gücü yeten, her şeyi yapabilecek dolayısıyla insanın ihtiyacını da karşılayabilecek bir varlıktır. İnsan istek ve ihtiyaçlarının, dileklerinin kabul edileceği ümit ve beklentisi içerisinde Allah'a güven besler.[76] Böylece insanlar zorlukları ve sınırlıklarını aşmada duaya da başvurarak Allah’ın kendilerine yardım edeceğini düşünerek karşılaştıkları zorlukları aşmaya çalışırlar.

Mesnevideki bu hikaye ile aynı zamanda hikayelerin psikoterapik işlevlerinden karşıt düşünceler oluşturma işlevinin de ortaya çıktığını görmekteyiz. Zira insanlar genelde içinde bulundukları durumun dışındaki şartları ve imkanları hemen göremeyebilir. Yaşadığı olay ya da durumun etkisinde kalarak davranabilir. İşte hikayeler, okuyucu veya dinleyiciye karşıt fikirler oluşturarak yaşadığı durumla ilgili farklı neler yapabileceğini de göstermiş olur.[77] Bu hikayede de kişinin kör olması sebebiyle hiç göremeyeceği inancına karşın dua ederek görme yetisinin Kur’an okurken kendisine verilmesini Allah’tan dilemesi ve bunu elde etmesi işlenerek bu konudaki karşıt düşünce ortaya konmuştur.

5. Engellilik ile ilgili Sorunları Aşmada Kabullenme Sürecini Sağlayıcı Spontane Davranışın Önemini Ortaya Koyan ve Ayna İşlevi olan Sağırın Hasta Komşusunu Ziyarete Gitme Hikayesi

Beklenmedik bir şekilde engellilik haliyle karşılaşmış bireyde önce şok yaşanır. Bu aşamada özürlü birey veya ailesi inançsızlık ve çaresizlik duyguları içerisinde olayı bir türlü kabullenemez, şaşırmış bir durumla karşı karşıya kalır. Şok halinin akabinde engelli birey veya ailesinde meydana gelen bu farklılık ve yetersizliği kabul etmeyerek uzmandan uzmana dolaşma ve çare arama safhası olan red duygusu yaşanabilir. Bunu aşırı üzüntü, depresyon, karşıt duygular yaşama, suçluluk, kızgınlık, utanma, sıkılma, uzlaşma, uyum, yeniden düzenleme ve kabul aşamaları izleyebilir. Ulaşılması çok güç olan, fakat engelli birey üzerinde en olumlu etkiyi bırakan son aşama kabul aşamasıdır. Bu aşamaya gelen anne-babalar engelli çocuklarını olduğu gibi kabul etmeye ve onları ailenin bir ferdi olarak görmeye hazırdırlar.[78]

Aynı zamanda bu aşamayı yaşayan aileler ev dışı sosyal etkinliklerini sürdürmekte ve normal çocuklarının ihtiyaçlarıyla da engelli çocuğunun ihtiyaçları kadar ilgilenebilmektedir. Engelli yetişkin birey de kabul aşamasında kendini olduğu gibi görme ve ev dışına çıkarak sosyal yaşama katılma cesaretini kendinde daha rahat hissedebilmekte ve toplumsal ilişkilerini sürdürebilmektedir.[79]

Mesnevideki sağır bir kişinin hasta komşusunu ziyarete gitme hikayesinde ele alınan tema, spontane davranmanın önemine dikkat çektiği gibi engelliler açısından sorunlarını aşmada kabullenme sürecine bu davranışın katkı sağlayıcı rolünü de ortaya koyacak niteliktedir.

“Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra ; “Komşun hastalanmış, haberin yok mu?” dedi. Sağır, kendi kendine “ Bu sağır kulakla, o hasta gencin en dediğini ben nasıl anlarım?” dedi. İnsan hasta olunca, sesi de hafiflenir, zayıf çıkar. Bu durumda onun sözlerini hiç anlayamam. Ama komşum olduğu için mutlaka gitmeliyim, diye düşündü. Onun dudaklarının kımıldadığını görünce, ne dediğini tahmin yolu ile kıyasla anlarım. Evvela; “Nasılsın ey benim dertli komşum?” derim, o da elbette karşılık olarak iyiyim, hoşum diyecektir. Ben; “Allah’a şükürler olsun” derim. Sonra; “ Ne yemek yedin?” diye sorarım. O da; “ Şerbet içtim yahut mercimek çorbası yedim.” der. Ben de; “ Sıhhatler olsun, afiyetler olsun” derim. “Peki hekimlerden kim geliyor? Kim bakıyor?”  diye sorarım. O da “ Filan geliyor” diye cevap verir. Ben; “O hekimin ayağı çok uğurludur. İyi ki onu çağırmışsınız, o gelince işler yoluna girdi demektir” derim...

O saf adam, aklınca bu tahmini konuşmaları, bu kıyaslamayı bu soru ve cevapları tasarladıktan sonra kalktı, hastayı ziyarete gitti.”Nasılsın?” diye sordu.Hasta; “Çok fenayım, ölüyorum” deyince, sağır komşu; “Allah’a şükürler olsun” dedi. Hasta bu söze incindi, canı çok sıkıldı.” Bu ne biçim şükür? Şükrün sırası mı? Demek ki bu komşu, bizim ölmemizi istiyor” diye düşündü. Böylece sağır bir kıyasta bulundu ama kıyas ters çıktı. Sonra hastaya; “Ne yedin?” diye sordu. Hasta; “Zehir, zakkum” dedi. Sağır; “Afiyetler olsun” deyince hastanın kahrı büsbütün arttı. Bundan sonra da, “Derdine çare bulmak için hekimlerden kim geliyor? Seni kim tedavi ediyor?” diye sordu. Hasta; “Azrail geliyor, ama sen de buradan defol” diye söylendi. Sağır; “ Onun ayağı çok uğurludur, o geldiği için sevin, neşelen” cevabını verdi.

Sağır evden çıktı; sevinerek “ Şükürler olsun” dedi. “Böyle rahatsız bir zamanında komşumun halini hatırını sordum, gönlünü aldım” Sağırlıktan ötürü kıyasları, tahminleri tamamıyla aksi oldu, ters düştü. Zavallı bu ziyaretinden çok zararlı çıktığı halde, kendisini kârda sanıyordu. Hasta ise; “ Meğer bu adam bizim can düşmanımızmış, onun cefa madeni, cefa kaynağı olduğunu bilmiyormuşuz”. Hasta hatırından kötü şeyler geçiriyordu. Ona, üzecek, kıracak onu küçük düşürecek sözler, hakaretli haberler göndermek istiyordu.

“Hasta ziyaretine gitmek, hal hatır sormak, gönül almak içindir. Bu adam ise hatır sormak değil, hatır kırmak için, düşmanlık etmek, kötülük etmek için gelmiş. Düşmanını hasta, zayıf bitkin bir halde görüp, kötü kalbini sevindirmek, memnun etmek istemiş” diyordu…

Hikayede geçen sağır adam da iyilik ettim sanıyordu, ama iş tersine idi. O bir hastayı ziyaret ettim, komşu hakkını yerine getirdim diye kendinden memnun olarak rahatça oturmuştu. Halbuki, o farkına varmadan, gönül yapayım derken gönül kırmıştı. Tahmin ve uydurmaca sözlerle hastanın kalbine ateşler düşürmüştü. Gösteriş için hasta ziyaretine gittiğinden kendini günaha sokmuş, yakmıştı….[80]

Bu hikayede hasta komşusunu ziyaret eden sağır bir kişinin ziyaret öncesindeki tavrına dikkat çekilmiş ve sağır olmasından dolayı sınırlıklarını zihninde abartarak kendini olduğundan farklı görmeye ve göstermeye çalıştığı belirtilmiştir. Bu davranış biçimi de zorlanan, yetersizliği olan bir kişinin durumunu kabullenememesinin bir yansımasıdır. Ayrıca buna bağlı olarak ta hikayede sağır kişi, hasta komşusunun ziyareti esnasında aralarında geçen konuşmalarda önceden farklı görünme tutumunu sergileyerek iletişim sorunu yaşamıştır. Dolayısıyla doğal, içten, samimi, spontane davranamamıştır. Böylece sahip olduğu özür durumundan kaynaklanabilecek sınırlıkların oluşturabileceği sıkıntıları aşma gücünü gerçekleştirme imkanı da ortadan kalkmıştır. Aynı zamanda kişi durumunu kabullenemediğinden ve kendini çok farklı göstermeye çalıştığından da ciddi iletişim sorunu yaşamıştır. Hikayede vurgulanan bu hususlar, hikayelerin psikoterapik işlevlerinden “Ayna işlevi”ni ortaya koymaktadır. Zira hikayelerdeki imge zenginliği, hikayelerin içeriğini egoya yakınlaştırır ve okuyucunun bu imgelerle daha kolay özdeşleşmesine yardımcı olur.Okuyucu veya dinleyici hikaye ile bağlantı kurarak kendisi, sorunları, istekleri, çatışmaları ve çözümleri hakkında daha net belirlemeler yapar. Böylece hikaye, yansıtan ve yansıtılan bir ayna haline gelir.[81] Mesnevideki bu hikayede de sağır olan kişinin kendini farklı gösterme çabası engellilik durumunu kabullenememe sorununu yansıtmış buna bağlı olarak ta iyi niyetli olarak düşündüğü hasta komşusunu ziyaret olayı iletişim çatışmasının yaşandığı bir olaya dönüşmüştür. Böylece kişinin takındığı tavır, yaşanan sorunları yansıtan ayna görevini görmüştür.

6. Engellilerin Sorunlarını Aşmada Fiziki Özellik ve Görünümden Ziyade Kişiliğin Önemine Vurgu Yapan ve  “Model İşlevini “ Ortaya Koyan Çok Uzun ve Çok Kısa Boylu Kardeşler Hikayesi

Ziyay-ı Delk hazır cevap, tatlı sözlü bir kişi idi. Şeyhü’l- İslam Tac-ı Belh de onun kardeşi idi.  Tac-ı Belh, Belh şehrinin Şeyhü’l İslamı idi. Çok kısa boylu, ufacık cüsseli, adeta bir kuşa benzerdi. Şeyh’ül-İslam çok bilgili, meziyeli, üstün bir insandı ama, ağabeyisi Ziya, güzel söz söylemekte, hazır cevaplılıkta ondan ilerde idi. Şeyh’ül-İslam çok kısa boylu idi. Ziya da haddinden fazla uzundu. Şeyh’ül-İslam, kendini beğenmiş, pek kibirli, nazlı bir adamdı. Kendisi yüksek bir makamda olduğu için kardeşinin durumundan utanırdı. Ziya ise sözü tesirli bir vaizdi. Vaazları ile halkı doğru yola götürürdü.

Ziya bir gün kardeşinin dersine geldi. Toplantı yeri kadılarla, âlimlerle, temiz kişilerle, Belh şehrinin ileri gelenleri ile dopdolu idi. Bu kalabalıkta Şeyh’ül-İslam, daha çok kibre kapıldı da kardeşine karşı, zoraki şöylece yarı kalkar gibi bir harekette bulundu.”Hoş geldiniz” demeden yerine oturdu.

Şeyh’ül-İslam’ın davranışından Ziya üzülerek dedi ki; “Çok uzun boylusun, bari o selvi boyundan birazcık çal, boyunun hepsini gösterme”…[82]

Mesnevideki bu hikayede çok uzun ve çok kısa boylu iki kardeşin birbiriyle olan ilişkisi ve iletişimi anlatılmıştır. Hikayede kardeşlerden çok kısa boylu olan çok uzun boylu kardeşini hem fiziki görünüm hem de sahip olduğu mevki, bazı özellikler sebebiyle küçük görüp ondan utanması ve kendisi ise kısa boylu olmasına karşın sahip olduğu Şeyhü’l- İslamlık mevkisi sebebiyle kendini çok beğenmiş kibirli davranması anlatılmıştır. Bu davranış biçimi, başta fiziki özellik ve görünüm olmak üzere sahip olunan makam, mevki gibi bazı özelliklerin öne çıkartılarak narsistik kişilik bozukluğuna[83] yol açtığını gösteren bir özelliktedir. Bu özelliği sebebiyle bu hikaye, hikayelerin psikoterapik işlevlerinden “ Model İşlevi”ni ortaya koymaktadır. Çünkü hikayeler birer modeldir. İnsanlardaki çatışma durumlarını ortaya koyar ve muhtemel çözümleri sunarlar. Çatışmanın çözümü için yapılan bireysel girişimlerin sonuçlarını gösterirler. Hikayeler ortaya koydukları modelle yaşanılan çatışmaları ve çözümlerini sunarken modeli katı bir model olarak sunmazlar ve  mümkün olan bir çok olası yorum ve bağlantıyı da kapsarlar. Böylece hikayeler, duygu ve düşüncelerimizdeki olağandışı çözümleri çıkarmak ve bunları sorunlarımıza, çatışmalarımıza uygulamak için deneme ortamları yaratırlar.[84] İşte Mesnevideki bu hikayede de engelli bireylerin yaşayabilecekleri psiko- sosyal sorunları aşmada engel olabilecek fiziki özellik veya makam, mevki, sosyal statü gibi sosyal nitelikli bazı özelliklere sahip olan fakat bunların etkisinde kalan ve bunları biricik özelliklermiş gibi gören bundan dolayı da bazı kişilik bozuklukları yaşayan bir model anlatılmıştır. Hikayede aynı zamanda yaşanılan durumdan kurtulmayı sağlayacak öneri de sunularak nasıl bir model olmak gerektiği vurgulanmıştır. Böylece insanın yaşamında sahip olunan fiziki özellik, makam, mevki gibi sosyal görünümlerden ziyade sağlam karakterli kişilik özelliklerinin önem taşıdığı anlatılmaktadır. Dolayısıyla engelli bireylerin de sorunlarını aşmada hikayede ortaya konan bu temanın önemli olduğu söylenebilir.

7. Engellilik ve Engel Düzeyine İlişkin Sorunları Aşmada Duygu Odaklı Başa Çıkma Davranış Yöntemi Olarak Zihinsel Düzenleme Tekniğini Anlatan Kör Bir Dilencinin İki Körlüğü Hikayesi

“Kör bir dilenci vardı ki o daima ”Amanın aman!” derdi. “Ey insanlar, ben de iki türlü körlük var. İki türlü körlüğüm olduğu, ben de aralarında kaldığım için, bana iki kat acıyın.” Adamın biri; “ Biz senin bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Bir de onu göster” dedi.

Dilenci dedi ki; “Sesim çirkin ve kötü. Kötü sesli oluşla, körlük iki kat artmada.. Çirkin sesim gam kaynağı oluyor, yani sesim herkesi sinirlendiriyor. Benim kötü ve çirkin sesim yüzünden halkın bana karşı duyduğu acıma hissi azalıyor.Çirkin sesim nereye ulaşıyorsa, nereye gidiyorsa öfke doğuruyor, Gam veriyor, kin uyandırıyor. İki körlüğe iki kat acıyın, böyle bir yere sığmayan, yeri yurdu olmayan bu fakiri gönlünüze sığdırın.

Onun bu şikayeti üzerine sesinin çirkinliği azaldı. Yani unutuldu. Herkes, bütün halk ona acımaya başladı. O fakir sırrını söyleyince, gönül sesinin güzelliği onun çirkin sesini güzelleştirdi.

Bir adamın gönlünün sesi de çirkin olursa, yani kötü ahlaklı olursa, kendini beğenirse, kendi kusurlarını görüp, onları itiraf etmezse, o zaman üç körlük bir araya gelir.( Ahlakı kötü, kör, sözü çirkin) Bu üç körlük ömrü boyunca devam eder gider de, onu merhametten uzaklaştırır. Kimse ona acımaz…”[85]

Bu hikayede kör ve çirkin sesli oluş sebebiyle engellilik düzeyi ağır olan ve birden fazla yetersizliği olan bir kişinin durumundan duyduğu rahatsızlık ve onu aşma yöntemi anlatılmaktadır.

Ağır düzeyde engelli olan veya birden fazla engeli olan bireyler daha hafif düzeyde engeli olanlara göre durumu kabullenme süreci zorlaşabilir, karşılaştıkları sorunlar daha fazla olabilir.[86] Bu nedenle yaşanabilecek sorunları aşmada zihinsel düzenleme önemli ölçüde yardımcı olabilir. Çünkü ağır düzeydeki engellilik veya birden fazla engele sahip olma beden imgesi ve benlik kavramını olumsuz yönde etkileyebilir. Çevresindeki bireylerin de olumsuz tutum ve davranışlarıyla duygusal gerginlik, kaygı ve endişe durumları artabilir. Duygusal merkezli yöntemlerden olan zihinsel düzenleme tekniği ile birey kontrol edilme zorluğu olan stres oluşturucu durumları aşmaya çalışır.[87] Zihinsel düzenleme tekniğinin en önemli basamağını akılcı olan ve olmayan düşünce biçimlerini ve yaklaşımlarını birbirinden ayıracak şekilde bazı kıstasların getirilmesi oluşturur.Bunun için de kişinin olaya bakışı objektif olmalı, sorunu çözmeye yönelik davranılmalı,kısa ve uzun vadeli amaçlar oluşturulup duygusal gerginliğe sürüklemeden diğer insanlarla da çatışma ve sürtüşmeleri azaltmalıdır.[88]

Mesnevide yer alan kör dilencinin iki körlüğü hikayesinde de körlüğü ile birlikte bireyde var olan çirkin seslilik,( konuşma engellilik, kekemelik şeklindeki özür durumuna benzetilebilir) durumundan kurtulmada durumunu kabullenme ve insanların şefkat ve merhametinin, içten samimi davranışlarını etkili olacağını düşünmenin ve zihinsel yapısını yeniden düzenlemesinin bir örneği görülmektedir. Birey yaşadığı stresli durumu olayı değerlendirme biçimini fark etmesi ve nasıl değerlendirmesi gerektiğini görmesi sonucu zihinsel yapının yeniden düzenlenmesi tekniğinden yararlanmış ve yaşadığı durumun oluşturacağı, kaygı, endişe, gibi birtakım olumsuz duygularla başa çıkmış olabilir. Aynı zamanda zihinsel yapının yeniden düzenlenmesini ihtiva eden hikayedeki bu özelliğin hikayelerin psikoterapik işlevlerinden bakış açısının değişimi işlevini de ortaya koyduğu söylenebilir.[89]

 

SONUÇ

İnsan yaşamında hastalık, kaza, genetik bozukluk vb. nedenlerle meydana gelebilecek olan engellilik durumu bireyin ve ailesinin yaşamını altüst edebilecek örneklerdendir. Sahip olunan özür düzeyi ya da aniden, beklenmedik bir durum olarak engelliliğin yaşanması bireylerde şok, öfke, utanç, depresyon vb birtakım olumsuz duyguların oluşmasına neden olabileceği gibi engelli bireyin başta ailesi olmak üzere çevresindekilerin olumsuz tutum ve davranışları da olumsuz beden imgesi, benlik kavramı ve sosyalleşme sorunlarının yaşanmasına zemin hazırlayabilir. Bu sorunlarla başa çıkmada birtakım yollara başvurulabilir. Bu yollardan biri de hikayelerin psikoterapik fonksiyonlarından yararlanmaktır.

Mesnevide yer alan bedensel engelli birey örneklerinin kullanıldığı hikayeleri bu gözle incelediğimizde  ahlaki bazı ilkelerin de vurgulandığı bu hikayelerde aynı zamanda   bedensel engellilerin sorunlarını aşmalarına katkı sağlayabilecek önemli ipuçlarının da yer aldığını  tespit ettik. Görme engelli,(kör),  işitme engelli,(sağır), çirkin sesli, ( konuşma bozukluğuna örnek olabilir).çok uzun ve çok kısa boylu kardeşlerin yer aldığı hikayelerde olumlu benlik oluşturmaya katkı sağlayacak ve engellilikten dolayı oluşabilecek olumsuz duygularla başa çıkmada etkili olabilecek “bakış açısı değişimi”ni sağlayıcı temaların yer aldığı gözlenmektedir.  Kör bir dilenciye saldıran köpek hikayesinde bakış açısı değişimi, av köpeğinin esas görevi hatırlatılarak stres durumunu oluşturan olayı değerlendirmede temel noktaların dikkate alınması ve engellilik durumunda bireyin çevresindekilerinin  ona karşı olumsuz tutum ve davranışlar sergileme yerine esas görevlerinin onu topluma kazandırıcı şekilde davranmaları gerektiği şeklinde ortaya konmuştur. Aynı şekilde kör bir dilencinin çirkin seslilikten dolayı kendini çift kör olarak nitelendirdiği hikayede de, çirkin sesliliği kabul edip çevresindekilerin şefkat, merhamet duyguları ile kendisine gönüllerini açıp makul davranmalarını istemesi ve zihnini bu duygu, düşüncelerle yapılandırması bakış açısı değişimine ilişkin bir diğer örnektir.

Engelli bireyin sınırlılıklarını aşmada katkı sağlayacak istek, azim, eğitim, dua gibi motive nitelikli bazı davranışların vurgulandığı Kur’an okuyan kör bir ihtiyar hikayesi de engellilerin sorunlarını aşmaya katkı sağlayabilecek önemli örneklerdendir  Engellilikte sorunları aşma açısından en önemli bir süreç olan kabullenme davranışının gerçekleşmesine yardımcı olabilecek spontane .davranışın vurgulandığı sağır bir kişinin hasta komşusunu ziyareti hikayesi de hikayelerin ayna işlevini ortaya koyacak niteliktedir.

Mesnevide yer alan  bedensel engelli birey örneği oluşturabilecek çok uzun boylu ve çok kısa boylu kardeşler hikayesinde de sahip olunan fiziki veya makam, mevki gibi sosyal özelliklerden ziyade sağlam kişilik özelliklerinin önemli olduğunun vurgulanması, engellilerin sorunlarını aşmada hikayelerin psikoterapik işlevlerinden model işlevini ortaya koyan hikayeler arasında zikredilebilir.

 

SONNOTLAR

[1] Bu makale Türk İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, Mevlana Özel sayısında 2007 yayınlanmıştır.

[2] Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi  Din Psikolojisi Öğretim Üyesi

[3] Bkz; Kedar Nath Dwivedi & Damian Gardner, “Theoretical Perspectives and Clinical Approaches”; ( edt. Kedar Nath Dwivedi, The Therapaeutic Use of Stories)  Routledge Publish, London, 1997, s. 23-24;  Nosratt Peseschkian, Doğu Hikayeleriyle Psikoterapi, (çev. Hürol Fışıloğlu), Sistem Yay. İstanbul, 1997, s.13-14

[4] Davranışlarımıza ve etrafımızda olup bitenlere  algıda seçiciliğin etkisi açısından bkz. Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993 s.121

[5] Serpil Aytaç,  “Özürlülerin Rehabilitasyonunun Artan Önemi” , Dokuz Eylül Üniversitesi  Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.2,  2000 , www.geogle. com.tr/search: engelliler bilgisi. Sitemynet, s. 1; Gönül Erkan ;Ortopedik Özürlü Çocukların Kendini Kabul Düzeyi Üzerine Bir Araştırma Sakatları Koruma Milli Koordinasyon Kurulu, İstanbul 1990, s. 4

[6] Yahya Özsoy,Mehmet Özyürek, Süleyman Eripek, Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar, Özel Eğitime Giriş, Karatepe Yay. Ankara 1994, s. 8

[7]  Bu dört grup kendi içinde şu şekilde sıralanmaktadır.

I-Bedensel Özellikleri Yönünden 

A-      Görme Özürlü olanlar  1-Körler 2-Az görenler

B-      İşitme özürlü olanlar  1-Sağırlar  2-Ağır işitenler

C-      Konuşma özürlü olanlar

D-       Ortopedik özürlü olanlar

E-       Sürekli Hastalığı olanlar

II-Zihinsel  Özellikleri Olanlar 

A-      Geri Olanlar  1- Eğitilebilir  2- Öğretilebilir zihinsel özürlüler

B-      Üstün olanlar  1-Üstün zekalılar 2-Üstün Özel yetenekliler

C-      Özel Öğrenme Güçlüğü Olanlar

    III- Uyum Özellikleri Yönünden 

A-      Duygusal Güçlüğü olanlar

B-      Sosyal uyumsuzluğu olanlar 1- Suçlu ,  2-Korunmaya muhtaç, 3- Otistik 4- İstismar Edilen Çocuklar

   IV- Birden Fazla Özürlü Olanlar   (Bkz. Latife Bıyıklı “Özel Eğitime Gereksinim Duyan Çoçuklar” Milli Eğitim Dergisi ,1997, sayı,136 s.30.

[8] Hasan Usta, Bedensel Olmanın Sebepleri.,  MEB Yay. İstanbul 1992, s. 19

[9] Özsoy ve ark. a.g.e  s.29

[10] Özsoy ve ark., a.g.e. s. 29-31.

[11] Usta, a.g.e., s. 21.

[12] Özsoy ve ark., a.g.e., s. 44.

[13] Özsoy ve ark., a.g.e., s. 79.

[14] Özsoy ve ark., a.g.e. s. 81.

[15] Usta, a.g.e., s. 22.

[16] Doğan Çağlar, Ortopedik Özürlü Çocuklar ve Eğitimi, Ankara.Ün. Eğitim Bilimleri Yay. Ankara 1892

 s. 166.

[17] Özlem Ersoy, Neslihan Arcı, Özel Gereksinimi Olan Çocuklar ve Eğitimleri, Özel Eğitim,  Yapa Yay. İstanbul  1981, s. 103.

[18] Özsoy ve ark., a.g.e. s. 153.

[19] İlgili kanun ve yönetmelik, s. 4.

[20] Özsoy ve ark., a.g.e. s. 150.

[21] Bıyıklı, a.g.e; s.2

[22] A.O, Gürün Psikoloji Sözlüğü,: İnkilap Kitabevi İstanbul 1991, s.16

[23]Nuri Bilgin , Sosyal Psikoloji Sözlüğü,: Bağlam Yayınları İstanbul  2003, s.415-416; Emre Işık, Beden ve Toplum Kuramı Öznenin Sosyolojisinden Bedenin Sosyolojisine Bağlam Yayınları İstanbul 1998, s, 132-133

[24] Erkan, a.g.e; s.9

[25] Bilgin, a.g. söz., s.49

[26] Bıyıklı, a.g.e; s.44

[27] Bıyıklı , a.g.e, s.2; Mehmet Özyürek, Tutumlar ve Engellilere Yönelik Tutumların Değiştirilmesi, Karatepe Yayınları, Ankara  2000, s. 7

[28] Özyürek, a.g.e; s.4

[29] Bilgin, a.g.e; söz, s.351.

[30] Selmin Evrim, Şahsiyet Alanında Psiko-sosyolojik Bir Kavram Olarak Rol Sorununa Giriş, İstanbul Ün. Edebiyat Fak. Yay, İstanbul  .1972, s.43.

[31] Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İnkilap ve Aka kitabevleri İstanbul.1978, s.277.

[32]Naci Kula, “Özürlü Politikasında Pozitif  Ayrımcılık Tebliğ Müzakere Metni” Engelliler Gerçeği ve İslam konulu Diyanet işleri Başkanlığınca Düzenlenen Sempozyum, Ankara 20-21 Aralık 2003 (http/ www. Diyanet.gov.tr./ turkish/ default.asp).s.34 

[33] Gültekin Yazgan, Kör Uçuş, İletişim Yay. İstanbul 2002, s.99

[34] Bkz Kula, “Engellilere Verilecek Tebliğ ve İrşad Hizmeti” Dini Bilimler Akademik Araştırma Dergisi, 2004,  sayı . 4, s. 23

[35] Özyürek, a.g.e; s.36-37.

[36] Dürdane Uluata, Özürlü Bir Çocuğun Annesiyim, Esin Yay. İstanbul 2001. s.88.

[37]Bkz; A. Nuray Karancı ve Ahmet Rüstemli, “Erzincan Depremi Sonrası Stress Tepkileri”, VIII. Ulusal Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmaları, 21-23 Eylül 1999, s. 58.

[38] Rita L. Atkinson ve arkadaşları, Psikolojiye Giriş, (çev; Yavuz Alagan),  Arkadaş Yay.Ankara, 1999, s. 480.

[39] Atkinson, a.g.e., s. 480-481.

[40] Richard S. Lazarus ve Susan Folkman, Stress, Approsal and Coping, New York, 1984, s. 31 vd; Susan Folkman ve Ark., “Dynamics of Stressful Encounter Cognitive Approisal, Coping and Encounter Outcomes”; Journal of Personality and Social Psychology, 1986, 50, 5, s. 992-993.

[41] Lazerus, a.g.e., s. 45; Atkinson, a.g.e., s. 509.

[42] Lazarus, a.g.e., s. 44; Atkinson, a.g.e., s. 509.

[43] Bkz; Lazarus, a.g.e., s. 150 vd; Atkinson, a.g.e., s. 509, 510, 511.

[44] Nosratt Peseschkian, Doğu Hikayeleriyle Psikoterapi, (çev. Hürol Fışıloğlu), Sistem Yay. İstanbul, 1997, s.10

[45] Bkz..; Ruchira Leisten, “Stories for children with disabilities”, The Therapotic Use of Stories, ( Edt. Kedar Nath Dwivedi9 Routledge Publish, London,1997, s.199-204; Peseschkian, Pozitif Aile Terapisi, (çev. Merih Naim) Beyaz Yay. İstanbul 1999, s.157-158

[46] Atalay Yörükoğlu, Gençlik Çağı, Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunları, İşbankası  Kültür Yay, Ankara, 1987 s.39; Özcan Köknel, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar, İstanbul.1982, s.75.

[47] Yörükoğlu, a.g.e; s.89; Abdülmenam Elfahne, Mevsuatü İlmün-nefs ve’t-Tahlilü li nefsi (Enyclopedia of Psychology and Psychoanalysis) Beyrut, 1978,  s.255.

[48] Benlik kavramını ele alan ilk psikolog olarak bilinen William James, benliği, “biraz bilen, biraz nesne ve biraz da özne olarak tanımlamakta; James’ten sonra benlik kavramını ele alan Cooley ise, benliğe daha çok sosoyolojik açıdan yaklaşmış ve kişinin etkileşim içinde bulunduğu diğer insanların kendisini nasıl algıladığını ve nasıl değerlendirdiğini yansıtan bir kavramlaştırma olarak belirtmiş, Mead’da Cooleyinkine benzer bir yaklaşım ileri sürerek benlik kavramını, örgütlenmiş bir grubun kazandırdığını ifade etmiştir. Freud’un psikoanalitik kuramında da ego, id ve süper egoyu ihtiva eder.(Bkz. Naci Kula Kimlik ve Din, Ayışığı Yay.İstanbul 2001, s.42).

[49] Gülseren Ünlüoğlu, “Ergenliğin Psikopatolojisi”, (Edt. Bekir Onur , Ergenlik PsikolojisiHaccettepoe Taş Kitapçılık, Ankara 1983)  s.221.

[50] Köknel, a.g.e; s.77.

[51] Arthur Jersild, Çocuk Psikolojisi, (Çev. Gülseren Günce), Ankara, ts. s.184-185

[52] Köknel, a.g.e.; s.77-78.

[53] Bkz. Selvi Borazancı, Onlar Güneşe Hasret, Zihinsel Özür Yaşamaya Katkıda Bulunmaya Engel Değildir, Sistem Yay, İstanbul 1993, s.127.

[54] Latife Bıyıklı, Bedensel Özürlü Çocukların Benlik Kavramı, A.Ü.Eğitim Bilimleri Fak.Yay, Ankara 1989,  s.1-2.

[55] 18 yaşındaki spastik bir gencin uyguladığımız anket formuna yazdıkları.

98 Esra Çoban Esen, Tıbbi, Eğitsel Yaklaşımla Zihinsel Engel Okyanusun Kıyısı, Nobel Yay. İstanbul 2003, s.188; Bıyıklı, a.g.e; s. 2.

99 Elçin Tapan Devam Eden Hikayemiz, Ben Mutlu Bir Down Annesiyim 2, Yapı Kredi Yay. İstanbul 1999,   s.23.

[57] Bkz. Mevlana Mesnevi IV, (çev. Veled İzbudak) MEB yay. İstanbul 1988, s. 88; Şefik Can, Mesnevi Hikayeleri, Ötüken Yay.İstanbul 2004, s.356 Ayrıca aynı hikaye Mesnevide bir kere daha bazı ilavelerle tekrara edilmiştir. ( Bkz. Mesnevi II, s.181).

[58] Peseschkian, Doğu hikayeleri.., s.43.

[59] Hikayelerin edebi değeri kadar aynı zamanda eğitici değerine yönelik mesajları olduğuna ilişkin bkz, Yaşar Fersahoğlu, “Din Eğitimi ve Öğretiminde Bir İletişim Yöntemi Olarak Hikaye” EKEV Akademi Dergisi, Yaz 2003 ,sayı 16, s. 123 vd.

[60] Özsoy, a.g.b., s.5

[61] Erkan , a.g.e, s.4

[62] Özsoy, a.g.b. s.5-6

[63] Bkz. Mesnevi  III, s. 149-150, 151-152;  Can, a.g.e; s.250- 251.

[64] Bkz. Christy Brown, Sol Ayağım , (Çev. Z. Elif Çakmak) Arıon Yay. İstanbul, 1996, s.12 vd.

[65] Bkz. Gerald Metroz, Kendimi Engelletmem, (çev. Berran Tözer) İş Bankası Yay. İstanbul 2001, s.28 vd.

[66] Bkz, Hasan Önal, “A.B.D. li Bilim Adamları “Kör Ressam” a Hayran Kaldı”  s. 1,http:.zaman.com.tr/haberler=20040905

[67] Richard S. Lazarus ve Susan Folkman, Stress, Approsal and Coping, (New York, 1984), s. 31 vd; Susan Folkman ve Ark., “Dynamics of Stressful Encounter Cognitive Approisal, Coping and Encounter Outcomes”; Journal of Personality and Social Psychology, (1986), 50, 5, s. 992-993.

[68] Lazarus, a.g.e., s. 45; Atkinson, a.g.e., s. 509.

[69] Marlene A. Young, Community Crisis Response Team Training Manual (Second Edt.), Chapter nine The Spirtual Dimension of Trauma”, 9.9, 9.13 vd; Vernon Coleman Stress Control, London, 1980, s. 24; Ralph W. Hood ve Ark., The Psychology of Religion An Emprical Approach, (New York, 1996)s. 378.

[70] Charles A. Schaefer ve Richard L. Gorouch “Situtional and Personal Variations in Religious Coping” Journal for The Scientific Study of Religion, 132, 2, June 1993, s. 136.

[71] Thomas E. Rodgerson ve Ralpp L. Piedgement, “Assessing The Incremental Validity of Religious Problem Solving Scale in The Prediction of Clergy Burnout”, Journal for the Scientific Studuy of Religion, 37, 3, September 1998, s. 519.

[72] Hood, a.g.e., s. 388.

[73] Kenneth I. Pargament, “Religious Methods of Coping Resources for the Conservation and Transformation of Significance”, Religion and the Clinical Practice of Psychology, (edt: Edward P. Shafrenske), s. 220.

[74] Bkz. Hood ve ark., a.g.e., s. 390-391; Norman Vincent Peale, Olumlu Düşünmenin Gücü, (çev; Şahin Cüceloğlu), İstanbul, 1997, s. 163 vd. Ayrıca Dua'nın felakette kurtarıcı olarak çalışanlar tarafından  da başa çıkma metodu olarak kullanımı için Bkz; Hodgksinson, a.g.e., s. 215.

[75] Charles J. Holahan ve Rudolf H. Mous, “Personal and Contextual Determinants of Coping Strategies”, Journal of Personality and Social Psychology, , 52, 5, (1987), s. 949.

[76] Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara, 1998, s. 214; Bkz; Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Samsun,2000, s. 120-121.

[77] Bkz. Peseeschkian, a.g.e; s.41-42.

[78] Akkök,a.g.e, s .17,Bıyıklı,a.g.e; .s.5

[79] Bıyıklı,a.g.e; .s.6

[80] Bkz Mesnevi, I, s.269-271; Can, a.g.e; 81-82

[81] Peseeschkian, a.g.e; s.35-36

[82] Bkz Mesnevi, V, s.283-284-; Can, a.g.e; 480 

[83] Narsistik kişilik bozukluğu gösteren insanların temel özelliği bencil ve benmerkezli olmalarıdır. Kendilerini dünyanın merkezi olarak değerlendirirler.Bu tip insanlar başkalarının kendilerini değerlendirmesine aşırı duyarlılık ve ilgi gösterirler. Başkalarının ilgisizliğine, eleştirisine ya kaygıdan kaynaklanan aşağılanmış, küçük düşmüş olma duygusuyla ya da kızgınlık ve öfkeyle tepki gösterir. ( Bkz Özcan Köknel, Günlük Hayatta Ruh Sağlığı, Alfa yay. İstanbul, 1999; s.267)

[84] Peseeschkian, a.g.e; s.36

[85] Bkz , Mesnevi II, s.152- 153; Can, a.g.e ; s. 139-140

[86] Bkz. Erkan , a.g.e; s. s.19 

[87] Bkz. Lazarus ve Folkman, a.g.e; s.150-151; Zuhal Batlaş Sağlık Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2000, s.152-153.

[88] Bkz, Acar Batlaş & Zuhal Batlaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, İstanbul 1988, s.217-221.

[89] Bkz. Peseeschkian, a.g.e; s.43